Titanfall: Expedition (İnceleme)

Yeni ortamlara akalım

Yeni ortamlara akalım

Yani biri gelip dese ki, “Sen yıllar önce Call of Duty’yi bıraktın, Battlefield’a geçtin, stratejik ve ağır ilerleyen FPS’yi tercih ettin ama öyle bir oyun çıkacak ki en hızlısından, en aksiyon dolusundan, bırakamayacaksın ve Battlefield’dan daha fazla oynayacaksın.”, hayatta inanmazdım ama oldu. Beta sürümünden itibaren öylesine eğlendirdi ki beni Titanfall, Battlefield 4’ü ikinci plana attım resmen. Bunda tabii ki Titanfall’un oyun seanslarının daha kısa olmasının payı büyüktü. Battlefield 4’te bir oyuna bağlanmak, girmek, maçı bitirmek ortalama yarım saati bulabiliyor ama Titanfall’da 10 dakikayı bile bulmayan kısa bir oyun seansıyla ekran başından kalkmak mümkün. Öte yandan gelen yorumlardan ve ortaya çıkan istatistiklerden şuna kanaat getirdim ki Titanfall’u oynamak, izlemekten çok daha eğlenceli. (İzlemiyorsunuz!) Okumaya devam et

Outlast: Whistleblower (İnceleme)

Tekere çomak sokarsan...

Tekere çomak sokarsan…

Önce sizi bizim dünyamızın geçmişine götüreyim. Yıllardan 2013, yani daha yeni, geçen yıl; aylardan Eylül, yani dokuz ay önce, Outlast piyasaya çıkmıştı. Korku oyunlarını sıklıkla arşivleyen ama pek oynamayan biri olarak Outlast’tan beklentim büyüktü, artık korkmak istiyordum ve bunun için fazlasıyla iddialı bir yapım vardı karşımda. Oyuna başladım, hatta videolar çektim, birkaç kez de fena tırstım ve en nihayetinde Outlast’a geçer not verdim. Özellikle oyunda kontrol ettiğimiz Miles Upshur’ın doğal hareketleri beni bir hayli etkilemişti. Yürürken, koşarken, eğilirken, dar alanlardan geçerken o kadar doğal ve gerçekçi hareket ediyorduk ki… Sonuçta ne oldu peki? Gazetecilik görevini yapan ve aslında bu konuda biraz da fazla ısrar eden Miles’ı bir güzel paketlediler, biz de “Nasıl olur ya?! Buradan sağ çıkmamız lazımdı!” diye haykırıp oyunu noktaladık. Okumaya devam et

Monochroma (İnceleme)

Uçurtmanın laneti

Uçurtmanın laneti

Hava karanlık, her yer karanlık, görüş mesafesi düşük ama insanlar bir şekilde, bu boğucu ortamda yaşamaya devam ediyorlar. (Ediyorlar mı?) Şehirlisi zaten sistemin çarklarına kurban gitmiş ama taşralısı hala ayakta, hala “insan” olarak yaşama inadını sürdürüyor. Böyle bir ortamda, çiftlik evinin çevresinde koşuşturuyor küçük kardeş; elinde uçurtması, rüzgârın tadını çıkarıyor tüm olumsuzluklara rağmen. Abiyse kardeşine göz kulak olmak için ona eşlik etmekte, onunla beraber yürümekte, koşmakta. Sonra bir anda sert bir rüzgâr esiyor, uçurtma uçup gidiyor ambarın çatısına. Önden küçük kardeş, arkadan abi, çıkıyorlar çatıya ama ağırlık fazla geliyor, çatı çöküyor, düşüyorlar aşağıya. İşte tam bu noktada başlıyor maceramız, bileğini incitiyor kardeşimiz, bize de onu taşıyıp götürmek kalıyor. (Ama nereye?) Okumaya devam et